Formül
Bir zamanlar, belli bir yaşa ulaşmış ancak yine de sonsuza dek genç ve güzel kalmak isteyen bir kadın vardı. Eskiden sosyetenin gülü olarak biliniyordu herhalde ama güzelliğinin son demlerini yaşıyor ve yalnızca Melissa olarak anılıyordu artık. Şöhretinin en görkemli zamanlarında birçok erkek servet ve aşklarını onun otuz altı numara ayakları altına sermişlerdi. Bu erkeklerden bir kaçıyla evlenmiş ve ardı ardına boşamıştı onları Melissa. Bu arada, adamların servetlerinin bir kısmını kendi banka hesabına eklemişti. Böyle böyle yıllar boyunca dikkate değer bir miktara ulaşmıştı Melissa’nın banka hesabı. Ne yazık ki yüzündeki kırışıklıklar da öyle.
Melissa için, en rahatsız edici kavramlardan biriydi yaşlanmak, kabul edilemeyecek bir şeydi, her ne pahasına olursa olsun kaçınılması gereken bir şey. Bu nedenle, gençliğini korumak için aklı başında bir kadının alabileceği tüm önlemleri denedi ilerleyen yıllarda, yani botoks, düzenli cilt bakımı, en pahalı kremler, birkaç estetik ameliyat…ancak, zaman geçtikçe, tüm bu işlemlerin eskisi kadar etkili olmadığını fark etti. Bu gerçek öfkelendirdi Melissa’yı. Yıllar geçer ve yaptırdığı her estetik ameliyat bir öncekinden daha az etkili olurken öfkesi de giderek arttı.
Birkaç kez boşanmış ve kendi isteğiyle çocuksuz, ebedi bir ‘orta yaş’ dünyasında hapsolmuş, güzelliğinden geriye ne kalmışsa her gün biraz daha kaybederek göğüslerinin karnına sarkacağı günlere doğru doludizgin ilerliyordu. O kızgın olmayacaktı da kim olacaktı ki?
Güneşli bir bahar günü, artık sürekli uğrak haline getirdiği güzellik salonlarından birine uğradığı zaman da işte yine böyle bir ruh hali içindeydi ve doğrusunu söylemek gerekirse resepsiyon görevlisi – yirmi yaşlarında, pürüzsüz tenli ve büyük olasılıkla otuz dört beden – birkaç dakika beklemesi gerektiğini söylediği zaman, kızla biraz sert ve sabırsızca konuşmuştu.
Kızın ‘Cilt bakımı!’ diye fısıldadığını duydu arkasından, ‘Karının yüz bakımına değil yeni bir yüze ihtiyacı var!’
Melissa sesi çıktığı kadar haykırmak istedi o anda. Seni buradan kovdururum, orospu! Kovdururdu da. Bu güzellik salonunun en eski, en hatırlı ve muhtemelen en yaşlı müşterilerinden biriydi. Ama… ama kızın söylediği sözleri tekrarlamak zorunda kalacaktı o zaman. Hayır! Bekleme odasında oturdu ve kafeinsiz, şekersiz, sütsüz, tatsız kahvesine sessizce akıttı gözyaşlarını.
‘Uh, pardon. Affedersiniz.’
Melissa başını kahvesinden kaldırdı, kilometrelerce uzun görünen, düzgün bir çift bacakla yüz yüze geldi. Çok şık giyimli yirmi küsur yaşlarında, güzel bir kızdı bacakların sahibi. Söz konusu bacaklarda bir damla bile selüloit görünmediğini ve eğilmiş, kendisine doğru bakan yüzde kırışıktan eser bulunmadığını fark ederek birkaç derece daha kötü hissetti kendisini.
Düşüncelerinin bölünmesinden çok karşısındaki kusursuzluktan duyduğu rahatsızlıkla, ‘Ne?’ diye sordu sertçe. Donma noktasının altındaydı ses tonu.
‘Pardon, sadece…şeyle konuşmanızı duydum ve…yani…çok mutsuz görünüyordunuz. Sanırım…size yardım edebilirim ben.’
‘Yardım? Ne için?’ Zaten baştan beri sahip olmadığı hoşgörüyü giderek artan bir hızla kaybetmekteydi Melissa.
‘Şu…şu yaşlanma konusu. Bilirsiniz ya, hani…Şeyyy…ben bir formül kullandım ve…’
‘Gizli kamera şakası filan mı bu?’
‘Tabii ki değil! Bakın, sizce kaç yaşında gösteriyorum ben?’
‘Kusura bakmayın ama kimseyle ahbaplık edecek keyfim yok şu anda,’ diye terslendi Melassa. ‘Aslına bakarsanız, konuşmaya bile halim yok.’
‘Lütfen. Yalnızca bir tahmin. Sırf gönlümü almak için.’
Melissa hiç kimsenin gönlünü almak niyetinde değildi. Öyle bir borcu da yoktu hiç kimseye. Bu kıza gelince…O anda, elinde olsa canını almayı tercih ederdi.
‘Ne bileyim ben! Otuz beş?’ Sadece kızın sinirini bozmak için vermişti bu cevabı.
‘Elli dokuz.’
‘Tabii, hah hah hah! Eğer hep beraber gülmeyi bitirdiysek…’
‘Yemin ederim! Bir kadın var. Yirmi dört saat içinde yıllarca gençleştiren bir reçete…bir formül biliyor. Bakın, işte kartım. Eğer ilgilenirseniz, yani…Oh, her neyse!’
Böyle diyerek arkasını dönüp gitti kız. Kartını Melisa’nın eline tutuşturuvermişti gitmeden.
‘Kurt kocayınca köpeklerin maskarası olurmuş, ha!’ diye mırıldandı Melassa burnunu çekerek. Cilt bakımı filan gelmiyordu artık içinden. Yaşamak bile gelmiyordu. Nokta.
***
O akşam, kızın verdiği kartı bir türlü aklından çıkartamadığını fark etti. İşte, oracıkta, sehpanın üzerinde duruyordu kart. Tıpkı bir mini bulmaca gibi. Tabii ki acımasız bir şakaydı kızın yaptığı, ama…ya değilse? Pahalı görünüşlü, krem rengi kartı belki bininci kez eline aldı, parmaklarının arasında çevirdi. Yalnızca bir isim, soyadı yoktu: Maya – Takı Tasarımı. Bir de adres – ev fiyatlarının son yıllarda tavan yaptığı, dış kapılı, bahçeli, korumalı ‘site’lerle dolu lüks bir semtteydi adres – ve telefon numarası.
İnsanlar bu tür şakalar yapacakları zaman, genellikle bütün kimlik bilgilerini açıklamazlar, diye düşündü. Telefonuna uzandı. Yok canım, herhalde resepsiyondaki o iğrenç mahlûkla birlikte planlamışlardır bunu. Kim bilir nasıl gülecekler arkamdan. Ama…gülseler de kimin umurundaydı ki? O güzellik salonuna bir daha ayak basmayacaktı nasılsa. Birkaç gün sonra, bütün bunlar giderek silikleşen tatsız bir anıdan ibaret olacaktı, değil mi? Telefonun yanındaki şarap kadehine değdi eli. Buz gibi soğuktu şarap, davetkârdı.
Şişenin çoğu tükendiğinde, Melissa’nın umutları da ters orantılı artmıştı. Canları cehenneme! En kötü olasılıkla arkamdan bol bol gülme fırsatı bulacaklar, her kimse bu ‘onlar’. Umurumdaydı sanki.
En iyi ihtimalin ne olabileceğini ummaya bile cesaret edemiyordu henüz.
Ertesi gün, kentin en tanınmış barlarından birinde Takı Tasarımcısı Maya’yı beklerken bütün bu olayın özenle planlanmış bir eşek şakası olup olmadığından hâlâ emin değildi Melissa. Maya denen hatun telefonda çok nazikti ama konuşmayı kısa kesmişti. ‘’Şimdi çok meşgulüm ama yarın öğleden sonra boşum. Buluşalım mı?’’
Melissa çevresine bakındı. Kendisine, zamanı geri çevirebileceğine inanacak kadar saf ve zavallı bu kadına gülmek için hevesle bekleyen yüzleri araştırdı. Eğer yüzyılın en büyük şakasına kurban gitmeyecekse bile, Maya denen kadın pahalı bir yüz kremi ya da ona benzer bir şeyler satmaya çalışacaktı ona, şüphesiz. Yine de…
‘’Özür dilerim, biraz geç kaldım,’’ diye cıvıldadı bir ses. Maya!
İçkilerini söyledikten sonra hemen konuya girdi Melissa: ‘’Peki, şimdilik seni dinleyip bu küçük eğlenceden biraz zevk almana izin vereceğim. Hadi, anlat bakalım.’’
Bu kaba davranışından hiç etkilenmeden söze başladı Maya. Sanki farkına bile varmamıştı kabalığının.
‘’Bir formül var. Ben kullandım ve işe yaradı. Kadını yeni bir müşteri daha kabul etmesi için ikna etmekse başka mesele. Ancak eski müşterilerinin gönderdiği kişileri kabul eder o. Bazen yıllarca yeni müşteri kabul etmez.’’
‘’Eğer böyle bir formül bulmuşsan, onu başkalarına vermekten ne alıkoyabilir ki seni? Ya da satmaktan.’’
‘’Ana malzemesi olmadan işe yaramıyor. Bir tür tohum. Çiçek tohumuna benziyor. Kadın reçetenin diğer malzemelerinin listesiyle birlikte sana veriyor bu tohumları. Bir arada kaynatıp içiyorsun. Hepsi bu. Ama…yirmi dört saat içinde yirmi, otuz, hatta kırk yaş gençleşiyorsun. Herkeste farklı oluyor sanırım. Yalnız seni uyarmalıyım. Şiddetli mide ağrıları çekeceksin bundan önce ama sonuç hepsine değer. O tanrının cezası acının her bir dakikasına!’’
‘’Yani, böyle karşılıksız vereceksin o kadının numarasını bana, öyle mi?’’
‘’Numarası falan yok. Telefonu yok kadının. Varsa da kimse bilmiyor. Adresini tarif edebilirim yalnızca. İşte, burada çizili. Böyle vermişlerdi bana da. Karayolundan şurada ayrılacaksın. Otuz kilometre kadar gideceksin şu yoldan, küçük bir köye giden tali yolu göreceksin. O köyü geçince çok dar bir toprak yola giriyorsun. Birkaç kilometre sonra da solda bir sıra yıkıntı göreceksin. Tapınak gibi bir şeyin harabeleri. Orada park edebilirsin.’’
‘’Ne! Harabelerde mi yaşıyor!’’
‘’Hayır, oradan sonra yürüyeceksin.’’
‘‘Yürümek mi?’’
‘’Ormanlık bir arazi içinde, birkaç kilometre kadar. Patika gibi bir yol var, o yolu takip et, evi görürsün. Yıkık dökük bir ev gibi görünüyor dışarıdan. Doğrusunu istersen, kadın da öyle. Gördüğün zaman korkma.’’
‘’Nasıl yani? Madem böyle bir formülü var…’’
‘’Ah, yalnız bir kez kullanılabiliyor o formül. Ondan sonra saat tekrar tıklamaya başlıyor korkarım. Kadın yüz yaşından fazladır herhalde. Eh, ne bekliyordun ki? Sonsuz hayat pınarı mı?’’
‘’Ama eğer o kadar etkiliyse, şu reçete midir nedir…o kadın neden tanıtmıyor ki bunu? Neden bu gizlilik? Milyoner olabilirdi eğer bu doğruysa.’’
‘’Zaten milyonerdir herhalde,’’ diye omuz silkti Maya. ‘’İstediği fiyatı düşünecek olursan. Neden bunun daha iyi bir tanıtımını yapmıyor, işte onu bilmiyorum. Korkusundan belki. Tıp Konseyi, yasal sorunlar, sağlık ve güvenlik konuları, vergi dairesi…Sanırım fazla tanınıp bilinmek istemiyor. Eh, eğer onun gibi görünseydim ben de istemezdim.’’
Anımsayabildiği zamanların başından beri hiç kimseye bir iyilik yapmamış olan Melissa, ‘’Neden bana bu iyiliği yapıyorsun?’’ diye sordu.
‘’Pek emin değilim,’’ diye cevapladı Maya, ‘’O güzellik salonunda otururken, tıpkı benim bundan birkaç yıl önce olduğum kadar mutsuz görünüyordun. Onun içindir belki.’’
***
Dar toprak yolu bulmak saatler sürmüştü. Ondan sonra da ormanın içinde yürüyerek bir saat daha harcadı Melissa. Ayakları ağrımaya başlamıştı. Attığı her acı dolu adımda dönüp eve gitmeye karar veriyor ancak yine de yürümeye devam ediyordu. On dakikacık daha, diye söz verdi kendi kendine; on dakika daha, ondan sonra eve dönecekti. En sonunda, bütün olayın ‘işteeee, karşınızda köyün aptalı’ tarzında bir komplo olduğuna karar vermek üzereyken gördü evi. Evin sahibi her kimse, yalnızca bunu korku filmleri için mekân olarak film şirketlerine kiralayarak bile milyoner olabilir, diye geçirdi içinden karanlık cepheli büyük taş eve bakarken. Tanımlamanın ötesinde yıkık döküktü ev, binlerce fareye, yarasaya ve Tanrı bilir daha hangi yaratıklara ev sahipliği yapıyordu şüphesiz.
Kalın bir yosun tabakası altında kaybolmuş kapı kirişleri muazzam yeşil tümörleri andırıyor, üç kat üzerinde sıralanmış pencereler kocaman ölü bir böceğin birçok gözü gibi bakıyorlardı aşağıya.
Her şey o kadar gerçek üstüydü ki, Melissa’nın tüm umutları bir anda silindi. Evet, kesinlikle birilerinin U-Tube’da paylaşmak için uzun uzadıya düşünüp taşınarak hazırladığı bir senaryoydu bu. Ama kim? Ne resepsiyondaki salak kızın ne de bir başkasının bir anlık öfkeyle planlayabileceği bir şey değildi ki bunlar.
‘’Yeter artık,’’ diye mırıldandı geri dönmeye hazırlanırken. Fakat…bu kadar yolu gelmiş, bu kadar yürümüşken birkaç adım daha atıp o Tanrının cezası kapıyı çalsa ne olurdu ki? U-Tubesa U-Tube! Kapı açılıp ta şaka kendisine açıklandığında, her şeyi tahmin etmiş de kendi isteğiyle oyuna katılmış gibi bile davranabilirdi. ‘’Hah! Gerçekten inandığımı mı sanmıştınız? Düşündüğümden daha iyi oyuncuymuşum desenize. Ben de kendi dalgamı geçmek için telefonuma kaydetmiştim her şeyi. Onu da izleyin U-Tube’da!’’
Peki, ya bir şakadan daha tehlikeli bir durumla karşı karşıyaysa? Gazete haberleri, cinayetler, sapık kültler geçti aklından. Yine de sağduyusuna ya da sağduyusundan geriye ne kalmışsa ona kulak tıkayarak kapıya uzandı Melissa.
Daha kapı tokmağına – zil falan görünmüyordu ortalıkta – dokunamadan kapı açılıverdi. Melissa küçük bir çığlık atarak geriye sıçradı. Kapıdaki kadın Pamuk Prenses masalındaki cadıya benziyordu. Hayır, bir düzeltme! Peri masallarındaki tüm cadıların toplamıydı sanki kadın. Çürümeye başlamış gibi görünen yüzünün ortasında bir çift göz dışarıya fırlamış parıldıyor, kafatasında saç bulunması gereken yerlerden fışkıran gri-beyaz renkli tutamlar, bir çocuk tarafından beceriksizce yuvarlanmış bir kil topağını andıran yüzüne iniyordu. Bedeni yamru yumruydu; iri yarı ama orantısız. Bir an bayılacağını sandı Melissa. Şüphesiz, karşısında duran yaratığa bakmaktan daha iyi bir seçenekti bu.
‘’Kim gönderdi seni?’’ dedi cadı-mumya yaratık. Sesi topraklıydı sanki, gıcırtılıydı. Melissa kendi ses tellerinin kontrolünü kaybetti bir an.
‘’Ghaggyaaa!’’
‘’Pardon?’’
‘’Maya. Ta…takı tasarımcısıymış. Bu…buraya gelmiş…’’
‘’Oh, hatırladım. Bütün müşterilerimi hatırlarım ben. Eh, içeri girsen iyi olur.’’
Melissa, bir rüyanın derinliklerinde yürüyen uyurgezerler gibi girdi içeriye. Oda – daha doğrusu geniş bir hol – nereyse bir kabul salonu kadar büyüktü ve yumuşak açık pembe renkli bir halıyla kaplıydı. Kısılmış loş ışıklar, pek konforlu görünen pastel renkte alçak kanepeler, ipekli perdeler, zevkle seçilmiş birkaç antika mobilya bu zarif mekanı tamamlıyordu. Evin dış görüntüsünden o kadar farklıydı ki içi, bir an nefesini tuttu Melissa. Hayalimdeki masal şatosu, diye düşündü kıskançlıkla.
‘’Otur,’’ dedi mumya-kadın. ‘’Tahmin ederim formül için geldin buraya.’’
Ses tellerinin kontrolünü artık tamamen kazanmış olan Melissa, ‘’Doğru tahmin ettin.’’ Dedi yavaşça.
‘’Peki. Sana hayatın birkaç gerçeğini açıklayayım önce. Bu formül gençliğini yeniden kazandırabilir ama fazla umutlanma. Ebedi gençlikten söz etmiyoruz burada. Yirmi-otuz yaş kadar genç görünüp genç hissedeceksin kendini. Belki biraz daha fazla, bilmiyorum. Kişiye göre değişiyor. Metabolizmanı geriye çeviriyor bir şekilde ama hastalıklara karşı bağışıklık filan kazanmayacaksın. Ancak bir kez kullanabilirsin formülü, ikinci kez işe yaramaz. Deneyenler oldu, inan bana; sadece acı çektiğinle kalırsın. Sana şimdi içine koyacağın malzemelerin bir listesini vereceğim, süpermarketlerde bile bulabilirsin bazılarını, diğerleriniyse şifalı bitkiler satan şu dükkanlardan temin edeceksin, hani şu Çin ilaçları, baharatlar satan özel dükkanlar var ya. Biraz zaman alır bu, hepsini bulduğunda tekrar gel buraya; ücretimi de getir ki sana en son malzemeyi vereyim, yani tohumları. Dışarıda bulamazsın onları. Kullananların neredeyse yüzde doksan dokuzunda işe yaradı bu formül. Ama eğer işe yaramazsa…’’
‘’O zaman ne olacak?’’
‘’Muhtemelen yüzde birden az bir ihtimalle bir şey olmayacak. Birkaç saat mide ağrısı çektiğinle kalacaksın. Eğer böyle olursa, paranı geri vereceğim. Ama çok küçük bir…’’
‘’Paramı geri vereceğini nereden bileyim?’’ dedi Melissa, aniden kurnaz iş kadını kimliğine dönerek.
‘’Oh, bir gün ileri tarihli bir çek verirsin bana. Formülün işe yarayıp yaramayacağın en geç on iki saat içinde görürsün. Bir faydası olmazsa iptal edersin çekini.’’
‘’Hepsi bu, öyle mi? Yüzde doksan dokuz olasılıkla gençleşeceğimi söylüyorsun, en az yirmi-otuz yıl? Ama eğer gençleşmezsem, çekimi iptal edeceğim.’’
‘’Evet, ama bir de…’’
‘’Ne kadar?’’
‘’Belki dinlesen…’’
‘’Fiyatı, ne kadar?’’
Kadın öylesine astronomik bir rakam söyledi ki Melissa o gün ikinci kez dehşet çığlığı atacaktı neredeyse. Sonra bir an düşündü. En az yirmi…otuz yıl. Belki…daha fazla. Evet, bunun pis bir şaka olma ihtimali vardı hala, hatta belki de dolandırıcılık; ama her nedense, artık öyle olduğuna inanmıyordu. Hiç mi hiç inanmıyordu.
***
Gençliğine tekrar kavuşabilme şansı uğruna büyükannesini bile satmaktan çekinmezdi Melissa. Eğer büyükannesi hayatta olsaydı ve ona uygun bir alıcı bulabilseydi tabii. Yine de mücevherlerinin en pahalılarını elden çıkartırken küçük bir pişmanlık kıpırtısı hisseder gibi oldu. Sonra, mücevherlerin yenisi her zaman alınır, diye düşündü. Gençlikse…
Listedeki malzemeleri bulmaksa parayı bulmaktan çok daha uzun sürdü.
Bir gün sonrasına yazılmış çeki mumya-kadına uzatırken, ‘’Bunların hepsini bulabilmek ne kadar zaman aldı, biliyor musun?’’ dedi, suçlarcasına.
‘’Her şeyi dikkatle ölçmeyi unutma,’’ diye uyardı kadın. ‘’En geç on iki saat içinde farkı göreceksin, aksi halde…’’
‘’Biliyorum, ya da hiçbir şey olmayacak ve çeki iptal edeceğim. Anladım.’’
‘’Ama bir başka…’’
‘’Bak, kısa keselim, olur mu? Olayı anladım. Şu tohumları ver bana.’’
‘’Peki,’’ diye içini çekti kadın, ‘’Müşterilerimin hiç biri sorun yaşamadı zaten. Yalnızca ben…’’
‘’Tohumlar!’’ dedi Melissa. Sabırsızlık doluydu sesi, ısrarlıydı.
‘’İşte. Eğer her şey yolunda giderse bir daha görmeyeceğim seni. Formülün tekrarı yok, unutma. Bana yalnızca tek bir kişi gönderebilirsin, eğer tavsiye edeceksen. Bütün arkadaşlarının kapımda kuyruk olmasını istemiyorum, tamam mı?’’
‘’Evet,’’ dedi hiçbir arkadaşı bulunmayan Melissa. ‘’Bu sorun olmayacak.’’
***
Her şeyi karıştırıp kaynattıktan sonra ortaya çıkan sıvı iğrenç kokuyordu. Tadıysa daha bile kötüydü. ‘’Hepsini içmelisin,’’ demişti kadın. Melissa da öyle yaptı. Fincanlar dolusu içti o mürekkep benzeri iğrenç sıvıdan o gece ve umutla bekledi. Önce çok hafif mide krampları hissetti, sonra da giderek artan bir ağrı. Acısı dayanılamayacak kadar artarken sonucu düşündü Melissa. Eğe bu sonuç saati onlarca yıl geri çevirmek anlamına geliyorsa, dişlerini sıkıp acıya katlanacaktı. Öyle de yaptı. Bir süre sonra, artık acıya dayanamaz hale geldiğinde, yatağının üzerinde tortop olup yastığını ısırdı haykırmamak için. Ne kadar süre geçtiğinin farkında değildi ama en sonunda, komaya girmişçesine ağır bir uykuya daldı.
Gözlerini açtığında acı dinmişti. Odaya güneş ışığı doluyor, bahçeden kuş cıvıltıları geliyordu. Kaç saat uyumuştu ki? Ne olmuştu? Gözlerini ovuşturdu. Sıçrayarak yataktan kalktı. Sıçrayarak! Ne sırtı ağrıyordu ne de eklem yerleri yakınarak çıtırdıyordu. Bir değişiklik vardı. Uzun, çok uzun zamandır bu kadar iyi hissetmemişti kendini. O kadar uzun zamandır…gençliğinden beri! Ellerini yüzüne götürdü. Ama bir gariplik vardı ellerinde. Sanki kendi elleri değilmiş de…Durakladı. Yüzüne dokundu. Tanrım!
Kendisine tümüyle yeni, tümüyle yabancı gelen bir enerjiyle giyinme odasındaki boy aynasına koştu Melissa. Aynadaki aksine baktı ve haykırmaya başladı.
***
Yarım saat kadar sonra, uzun siyah bir paltoya sarınmış, evinden çıkıyordu Melissa. Büyük, siyah bir şal yüzünü ve saçlarını örtüyor, çarşafa bürünmüş kadınlar gibi yalnızca gözlerini açıkta bırakıyordu. Dehşetle doluydu bu gözler ve gözyaşlarının örtemediği çılgınca bir ışıkla parlıyordu.
Bu kez yaşlı kadının kapısına kadar yürümedi Melissa, koştu. Siyah şalı, arkasından felaket habercisi siyah bir bayrak gibi dalgalanıyordu. Açılıncaya kadar, giderek artan bir şiddetle yumrukladı kapıyı.
Mumya kadın kapıyı açtı sonunda. Melissa’nın başından kayan siyah şalın ardında yüzünü gördüğünde iki sözcük döküldü çatlamış dudaklarından: ‘’Aman Tanrım!’’
‘’Yakında Tanrına kavuşacaksın, iğrenç cadı!’’ Nefes nefeseydi Melissa, sözcükleri zorlukla anlaşılıyordu. ‘’ Nasıl, nasıl yaptın bunu? Şu halime bak! Tıpkı…tıpkı sana benziyorum.’’
‘’Sana anlatmaya çalıştım, ama dinlemedin. Üstelik öylesine uzak bir olasılık gibi görünüyordu ki. Şimdiye kadar yalnızca bana oldu. Başkalarının başına geldiğini ne gördüm ne de duydum. ‘’
‘’Düzelt şunu! Bir şeyler yap.’’
‘’Korkarım düzelmesi imkansız.’’
Melissa kadının üzerine yürüdü. Şimdi pençelere benzeyen ellerini ileri uzatmıştı. Duyduğu dehşet kadar öfkesinden de titriyordu elleri.
‘’Seni öldüreceğim, geberteceğim…’’
Kadın, fazla bir güç kullanmadan içeri çekti Melissa’yı, en yakın koltuğa sürükledi. ‘’Otur şuraya.’’ Yaşından beklenmeyecek bir hızla köşedeki bir içki dolabına yürüdü. Geri döndüğünde, amber renkli sıvıyla dolu bir bardak tutuyordu elinde.
‘’Al, iç şunu.’’
Melissa küçücük bir umut kırıntısıyla kaldırdı başını.
‘’Yani, bu…’’
‘’Konyak ve bazı bitkilerin karışımı. Sakinleştirecek seni.’’
‘’Sakinleşmek istemiyorum ben. Seni küçük parçalara ayırmak istiyorum yalnızca. Geriye hiç bir şey kalmayıncaya kadar.’’
‘’Dinle!’’
‘’Belki yalnız birkaç kemik…’’
‘’İşin olumlu tarafına bak.’’
‘’Olumlu tarafı var mı bunun?’’ diyerek burnunu çekti Melissa. Yine de büyük bir yudum aldı içkiden. İçinde her ne varsa, onu şimdi göründüğünden daha kötü hale getiremezdi herhalde.
‘’Normalde, bu formül insanın yaşamını uzatmaz. Tamam, daha genç görünürsün, daha genç hissedersin kendini ama kaldığın yerden yaşlanmaya devam edersin yine de. Ama…böyle geri teptiğinde, bir şeyler oluyor. Çok hızlı yaşlanıyorsun, ancak uzun, çok uzun yaşıyorsun. Yüzlerce yıl! Hem de tamamen sağlıklı yüzlerce yıl. Hiçbir hastalık çekmeden.’’
‘’Yüzlerce yıl böyle yaşamak istemiyorum!’’ diye haykırdı Melissa.
‘’Eh, intihar etmek gibi bir seçeneğin her zaman var. Ölümsüz değilsin. Ama yaşamayı seçeceksen, o zaman bu görünüşüne alışsan iyi olur; çünkü, korkarım birkaç yüzyıl böyle yaşayacaksın. Yine de…’’
‘’Yine de ne?’’
‘’Bak, çok üzgünüm. Bunun tekrar olacağını düşünmemiştim, gerçekten. Bana açıklama şansı vermedin ama seni oturtup bu küçük olasılığı dinlemeye zorlamalıydım. Dediğim gibi, yalnızca bana oldu, bildiğim kadarıyla.’’ Durakladı, ‘’Üç yüz seksen yaşındayım ben.’’
Her nasıl olduysa, biraz yatışmıştı Melissa. Evet, hâlâ dehşet içindeydi ama daha sakin bir dehşetti sanki bu. İçkinin etkisi olmalı, diye düşündü bir an.
‘’İzin ver, kendimi affettireyim sana,’’ diye konuşmasını sürdürdü kadın. ‘’Bir önerim var; gelip burada benimle yaşayabilirsin; ortak olabiliriz seninle. Yaşayacak daha pek çok yılım var sanıyorum ama ben de ölümsüz değilim. Ben öldükten sonra her şeye sen sahip olabilirsin. Milyarlarım var. Eğer bana katılırsan, formülü yasal olarak satmaya bile başlarız belki. Bu konuda en tanınmış bilim insanlarıyla çalışırız. Hah! En tanınmış bilim insanlarını işe alırız hatta. Eğer tohumları, formülü araştırırlarsa bu…bu durumu tedavi etmenin bir yolunu bulabilirler belki. Bulamasalar bile…eh, kozmetik cerrahinin yüz yıl sonra neler yapabileceğini tahmin etmek güç değil. Yani, şimdi bile…’’
‘’Eğer bu kadar kolaysa neden sen öyle yapmadın?’’
‘’Kolay olduğunu söylemedim,’’ dedi kadın. ‘’Ama bu başıma geldiğinde bambaşka bir yüzyılda yaşıyordum ben. Yapılabilecek hiçbir şey yoktu o zamanlar. Yaşadığım yerde muhtemelen cadı diye yakarlardı beni. Zaman geçtikçe de bu duruma alıştım sanırım. Ama senin için durum daha farklı. Deneyebiliriz! Eğer başaramazsak bile, bütün servetim yine sana kalacak.’’
Melissa biraz daha iyi hissetmeye başlamıştı kendisini. Konyak kokteylinden dolayı mıydı bu yoksa kadının söyledikleri mantıklı olduğu için miydi, bilmiyordu, artık o kadar da aldırmıyordu sanki. Cadının milyarları varmış, diye düşündü. Benimse başka ne seçeneğim kaldı ki? Deneyebilirdi en azından. Deneyebilirlerdi kadının bütün önerdiklerini. Herşey, bütün o servet kendisine kalacaktı. Hatta, cadının ölümünü hızlandırmanın bir yolunu bile bulabilirdi belki zaman içinde, eğer gerekirse.
‘’Ortak mıyız?’’ diye hırıldadı kadın, o çatlak sesiyle.
Aynı derecede çatlak bir sesle karşılık verdi Melissa. ‘’Ortağız!’’
Evet, daha sonra düşünecekti bütün bunları; bir karara varacaktı o zaman. Düşünmek için dünyanın zamanı vardı önünde.
SON