Bir Tutam Karanlık
Son ağacı da kestiklerinden beri sincabı görmedim bir daha. Pek de cılız bir şeydi. Ağaç yani, sincap değil. Hoş, sincap da küçüktü ya. Ağacın dallarına tırmanıp penceremin hizasına kadar gelirdi. Buldukça fındık, fıstık koyardım pencerenin pervazına. Ben bakarken gelip aldığına hiç şahit olmadım ama alıyordu onları. Gariptir, ne kadar beklediysem, gizlenip baktıysam da kuru yemişleri oradan aldığını hiç görmedim.
Birkaç hafta önceydi. Televizyon ekipleri ‘’Bu sitede yaşam’’ konulu o usanç verici programlardan birini çekiyorlardı yine. Çok tutuluyor bu programlar. Kapkaranlık beton yığını arasında birazcık renk, bir damlacık yeşillikti o ağaç. İşte onun için kestiler. Sitelerden yapılan yayınlarda beton duvarların karanlık, pencerelerin tozlu ve eğer mümkünse bazılarının kırık olmasını, etrafta ağır, ürkütücü bir terk edilmişlik havası bulunmasını isterler hep. Ortalıkta kol gezen çetelerin kısa bir görüntüsünü de ekleyebilirlerse, muhteşem bir fırsattır bu, yapımcılar için. Oysa çete üyeleri yüzlerini göstermekten pek hoşlanmadıklarından, kayboluverirler bu çekimler sırasında.
Ağacı kestikleri gün de çete mete yoktu ortalıkta. Ama sitedeki çocuklar toplanmış çekim ekibini izliyorlardı. Bedava eğlence işte!
Bulunduğum yerden sunucunun neler söylediğini duyamıyordum tabii fakat hep aynıdır bu tür programların açılışı, değil mi? ‘’Yüzyılın başlarında inşa edilen bu sitede toplam şu kadar bin kişi yaşamaktadır. Yetkililer, yeniden yapılanma programı çerçevesinde, site nüfusunun transferinin bu yüzyıl içinde gerçekleştirilebilme olanaksızlığına değinirken, yaşam standartlarının yükseltilmesi çalışmalarının…’’ vs, vs.
Asansörlerin çoğu bozuk olduğu, geride kalanlar da çetelerin ‘iş mekanı’ sayıldığı için dışarı çıkmıyorum artık. Çıkmama gerek de yok zaten. Temizlik servisi haftada bir kez geliyor, yine haftada bir yiyecek-içecek paketlerimi gönderiyorlar; et, süt, şeker, pirinç, meyve, kahve, votka…her şey. Çoğunlukla çikolata ve kuru yemiş bile oluyor içlerinde. Sincabı o kuru yemişlerle besliyordum. Ayda iki kez de gezici doktor uğruyor. Herkese gittiği gibi işte. Geçen hafta ben aradığım için gelmişti ama…
Eğer onlar gibi benim de silahlı korumalarım olsaydı belki ben de çıkardım dışarı. Çift çelik kapıların dışarıda olanlarına günde yirmi dört saat elektrik vermeye başladıklarından beri çetelerin gece saldırıları kesildi. Dışarıdan gelenlerin tabii. Sitenin kendi çeteleri faaliyetlerini aralıksız sürdürüyor.
Sizi sıkmıyorum ya? Biliyorum işinizin bu olduğuna ama…İsterseniz kısa keseyim ve…
Zamanınız çok. Peki. Keşke benim de…yani…İyi bir tedaviyle, birkaç yıl pekala da sağlıklı yaşayabileceğimi söyledi doktor. ‘’Sağlıklı’’ dedi, komik değil mi? Belki beş, altı yıl, belki daha da fazla. Tamamen iyileşme olasılığım yokmuş tabii. Eğer özel sağlık sigortam olup da bilim kurgu filmlerini andıran kliniklerden birine kapağı atabilseydim…kim bilir.
İşte o zaman düşünmeye başladım bunu. UlusalNet’i araştırdım. Sitelerde yaşayanların büyük bölümünün yaşlılar ve şu ya da bu şekilde çetelerle bağlantılı gençler olduğunu biliyor muydunuz? Garip değil mi? Bir de çok çocuklu aileler. Aile derken, bilirsiniz işte, tek ebeveynli aileler. Evet, tabii ki hükümetin çalışmayan ailelere çocuk kısıtlaması politikasını onaylıyorum. Ben, gençliğimde çalışmıştım bir dönem. Çok uzun sürmedi ama, neyse.
Demek istediğim, bu çocukları, bu aileleri nasıl bir gelecek bekliyor, hiç düşündünüz mü? Yokluk, acı, eğer şanslıysalar, çetelerin birinde ‘üst düzey’ bir yer, ne demekse. Ve sonuçta yaralanacak, öldürülecek daha kim bilir kaç insan. En çok çocuklar konusunda kararsızlık yaşadım, biliyor musunuz? Hele de yaşı küçük olanlar, bebekler.
Evet, konudan uzaklaşmamaya çalışıyorum ama konu bu işte. Yani, sizi arama nedenim. ACT36 denen maddeyi duymuşsunuzdur ama satışının UlusalNet’te bile yapıldığını bilmiyorsunuzdur eminim. Ah, onu da mı duydunuz? Hayır, söylenti değil, gerçek.
Tabii ki UlusalNet siteleri polis tarafından sürekli denetleniyor. Satıcılara ulaşamıyorlar ama satın alanların ve nakliye şirketlerin başı derde giriyor bazen.
Paketi getiren nakliye şirketinin kuryeleri bu konuyu dert edermiş gibi görünmüyorlardı. Zırhlı bir nakliye aracıyla girdiler siteye. Herhalde silahlıydılar. Bütün sitelerde böyle olmayabilir ama posta servisi yapılmıyor bizim siteye artık. Eğer paketiniz filan varsa gidip ana dağıtım merkezinden alıyorsunuz. Ondan sonra evinize ulaşıp ulaşamayacağınız bambaşka bir konu tabii. Bilmiyor muydunuz? Tabii, kent dışında yaşıyorsunuzdur siz. Şehirde olsanız bile, sitelerden uzakta, yeşili olan bölgelerde oturuyorsunuz herhalde. Doğru tahmin ettim, değil mi?
Neredeyse bir yıllık sosyal yardım paramı verdim bu maddenin yüz gramına. O paraya ihtiyacım yok uzun süredir. Dediğim gibi, gereken her şey kapıma geliyor belediyenin haftalık dağılımlarıyla. Çeteler nakliye kamyonuna saldırıp şoförle iki belediye görevlisini yaraladıklarından beri yiyecek dağıtımı da silahlı korumalar eşliğinde yapılıyor.
Her neyse, o kadar parayı ödedikten sonra özel ulakla göndereceklerdi tabii ki ACT36’yı. İki gün önce geldi. Madeni bir kutunun içindeydi, şeffaf bir maddeye sarılmıştı. Sakin olun, telaşlanmayın, o maddeyle ne işim olduğunu anlatıyorum işte.
Teşhisi ilk öğrendiğimde, beş, altı ya da sekiz yıl beklemeyeceğimi biliyordum. Bekleyemeyeceğim. Ağrı kontrolünde mucizeler gerçekleştiriyorlar bu günlerde, biliyorum ama maliyetini kaldırabileceğim tedaviler, maliyetini devletin üstlendiği tedaviler demek istiyorum, kaçınılmazı biraz daha uzatmaktan başka bir şey değil.
O günden sonra düşünmeye başladım. Bir şey, nasıl diyeyim, bir iyilik yapmak istiyordum gitmeden önce…giderken.
Tabii herkese satmıyorlar böyle maddeleri. Çok sıkı bir güvenlik taraması yapıyorlar. Herhangi bir sabıka kaydınız varsa ya da psikolojik profilinizde rahatsız edici bir şeye rastlarlarsa unutun ACT36’yı. Bir dizi ayrıntılı soru cevapladım. Ne yapacaktım böylesine tehlikeli bir maddeyi? Hobi olarak kimyaya merak sardığımı söyledim. Bol zamanım vardı bu yaşımda, atölyeden bozma küçük bir laboratuar kurmuştum kendime. Tabii ki yerleşim yerlerinden uzaktaydı, çok dikkatli olacaktım tabii, koruyucu giysilerim vardı, mutlaka maske takacaktım; öyle söyledim.
Hayır, hayır, endişelenmenize gerek yok! Hiç kimseyi aramanız gerekmiyor. Anlamıyor musunuz? ACT36’nın en belirgin özelliği hızlı ve tamamen acısız olması. Bu çirkin, ürkütücü, bencil, yarından hiçbir ümidi olmayan bu dünyada en son umuttu o.
Madeni kutudan çıkartıp elimde tutum şeffaf filmle sarılmış o küçücük karanlık yumağını. Avucumdaydı işte, öylesine küçüktü ki. Simsiyah, pırıltılı, pudra kadar ince ve hafif bir tutam toz. Avucumun içinde bir tutam karanlık. Biliyorsunuzdur herhalde, ACT36 yalnız kapalı ortamlarda değil, açık havada da etkili oluyor. Belki biraz daha yavaş ama bir kez havaya karıştı mı elli dönüm arazide etki gösterebiliyormuş; bu da sitenin büyük bir bölümü, yani öyle sanıyorum. İşte, sizi aramadan önce en son yaptığım buydu. Evlerinde pencerelerini sımsıkı kapatmış oturanları etkilemeyecek herhalde ama bu yaz sıcağında kim bütün gün kapalı tutar ki pencerelerini? Koridordaki büyük pencereden dışarı serptim o simsiyah tozu. Birileriyle konuşacak kadar zaman ayırmak istiyordum kendime, o nedenle de koruyucu maskeyi taktım. Size telefon etmeden hemen önce çıkarttım maskeyi tabii.
Bakın, duyabiliyor musunuz? Bir sessizlik çöktü sitenin sokaklarına. Hafif bir baş dönmesi hissediyorum ben de. Sanki votkayı fazla kaçırmışım gibi ama baş ağrısı, mide bulantısı, dil dolaşması olmadan. Sanırım etkisini düşündüğümden daha hızlı gösteriyor.
Sincap yeşillik bir yer bulabilmiştir belki. Belki sitenin dışına gitmiştir. Eğer hala etraftaysa bile…ona bir şey olmaz umarım.